top of page

Ardımızda Kalanlar...



Seferden evime her döndüğümde hayata yeniden başlamış gibi olurum. Özlerdim ailemi, annemi, babamı ve tüm sevdiklerimi…


Bazen mahalleye gelip sanki bir limandaymışım gibi telefonla evi arar, özlem dolu duygusal konuşmaların ardından kapıyı çalar, sürprizler yapar, karım ve kızlarımla bir yumağa dönüşürdük.


Onlara farklı ülkelerden getirdiğim hediyeleri verirdim ve mutlu olmalarını isterdim.

Tam da o an için yaşardım. İnanın her şeye bedeldir ve hayatımın amacıdır benim için.


Ama bugün size anlatmak istediklerim biraz farklı...


Çevremde ve mahallemde birlikte zaman geçirdiğim arkadaşlarım, sevdiklerim ve onların aileleriyle ilgili gerçek hayatlar. Her sefer dönüşünde birileri mutlaka ölür, evlenir ve boşanır ya da işini kaybeder. Hiçbir şey bıraktığımız gibi olmaz.


Çünkü denizin ‘’hafızası yoktur.’’


Evde geçirdiğim birkaç günün ardından arkadaşlarımı görmek için birlikte vakit geçirdiğimiz kahvehane oyunları oynadığımız mahalle derneğine gittim, nerdeyse herkes oradaydı. Konuşup hasret giderdikten sonra oyuna oturduk.


Akşam üzeri oyunlar bitti. Burunbahçe sahiline gidip Çinekop mangal yapsak ya dedim, iki duble rakı içeriz.

Bir sessizlik…’’Sinan sen seferdeyken Ercan öldü’’ kanımın damarlarımdan çekildiğini hissettim.


İyi arkadaşımdı hatta akrabamdı. Seferdeyken arayıp haber vermek istemişler ama ulaşamamışlar. Açık denizde olmalıydım, cenazeye zaten katılamazdım.

Her rakı balık yaptığımızda yanımızda olurdu. Çok gençti ve iki küçük çocuğu vardı, kanserden ölmüştü. Daha ilk günden bu olayla sarsıldım.

İnsanlar da mutsuz ve tatsızdı.


Aslında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz herkesi vurmuştu. Bir yıl öncesi gibi hiç kimse rahat para harcayamıyordu. Emekli olan büyükler ve asgari ücret maaş alan arkadaşlarım rahat harcama yapamıyorlardı. Maaşlar epeyce düşmüştü ve bu benim seferde olduğum bir yıl içinde gerçekleşmişti. O eğlenceli insanlar artık yoktu. Bu berbat düzen onları vurmuştu ve hesap kitap yapmaya başlamışlardı.


Bir hafta kadar evden çıkmadım. İnternetten yemek yapmayı öğrendim ve yapmaya başladım. Mutfakta vakit geçirmek bana bir terapi olmuştu.

Bir kat üstümde oturan kardeşim geldi.

-       Abi hadi balığa gidelim boğazda istavrit akını var.

-       On dakikaya hazır olurum dedim. (Kardeşim Serdar da benim gibi denizci ve balık işinde çok becerikliydi.)


Bir arkadaşımızı da yanımıza alıp sahile indik.’’ Rakımız da bize eşlik edecekti tabi’’

Ben çilingir sofrasını hazırlarken onlar çaparileri (olta) hazırlıyorlardı…


Gerçekten iyi balık tutuyorduk. Sokaktaki 15-20 kedim için küçük balıkları su dolu ayrı bir kovaya dolduruyordum. Onlara da ziyafet vardı bu akşam.



Ama evde bana arkadaşlık eden biri daha vardı. Bebekken sokaktan aldığım ve ‘’beni sahiplenen’’ bir yakışıklı; Adı; Icardi tam bir sokak serserisi.


Benim oğlum. Gerçek bir Galatasaraylı. Maçlarımızda televizyonun önünde topu tutmak için zıplayıp duran bir fanatik bir tekir.


           

Bu kadar balık herkese yeter, yarınlara da kalsın deyip masamıza oturduk. Hemen yanımızda bulunan insanlar da oturmuş içkilerini yudumlarken bizim gibi güneşin Emirgan sırtlarından batışını izliyorlardı. Yakınlardan bir yerlerden Hüner Coşkuner nağmelerini duyuyorduk ve boğazın çocukları olarak o kül rengi akşamın tadını çıkarıyorduk. Akışına bırakmıştık zaman da durmuştu sanki.


            Bu büyülü an bir kadının çığlıklarıyla kayboldu. Ama hiç kimse ne dediğini anlamıyordu. Denizi gösteriyordu ve bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Arap’tı.

Herkes gibi ben de koştum. Suda çırpınan küçük bir çocuk vardı. Suya atladığımda benim için sesler kesilmişti. Bir an önce çocuğu yakalamam lazımdı, boğazın akıntısı çok güçlüydü ve biz bunu yedi, sekiz yaşlarından beri bilirdik.


Yüzdüm ve onu tuttum. Kıyıya çıktığımızda annesinin duygularını size anlatamam. Suriye göçmeniydiler belli ki, çocuk ilk defa deniz görmüştü. Suya ilk girdiği anda akıntıya kapıldığı belliydi. Ülkelerinden uzakta ne işleri vardı burada. Bir anne ve kızı. Zor hayatlar…Bu insanlar her İstanbul’un her yerine dağılmışlardı.


            Duramadık orada daha fazla, biz de evlerimize döndük. Patilerimi besleyip onlarla oynamak istiyordum bir an önce, bu akşamlık heyecan bana yeterde artardı bile.


Gemide işim gereği sürekli insanlarla muhatap olurum. Gümrük memurları, liman yükleme ya da tahliye görevlileri, gemi personeli, acenteler ve şirket yöneticileri. Ayrıca yük evrakları ve konşimentolar, bir kelimeyi ıskalasak problem olabilecek, onlarca İngilizce evrak yığınına imza.


Bu yüzden eve dönünce insanlarla çok içli dışlı olmak istemem telefonumu sessize alıp kendimi kapatırım. Kedileri, köpekleri bazen de evin önüne gelen kirpileri beslemek çok hoşuma gider. Kendimi mutlu hisseder ve dinlenirim.


            2015 in yılbaşı gecesi annemi, 2020 Haziran ayında babamı sonsuzluğa uğurladım. Ben hep gemideydim o anlarda, cenazelerine zorla da olsa yetiştim. Her ikisini de toprağa ben koydum. Ama son anlarında yanlarında olup vedalaşamadım bile. Böyle bu meslek işte. Biz hep eksik kalır ve sessizce ağlarız ama günün sonunda hadi sefere, vira bismillah deriz.    


Hayat devam eder, rotamız bellidir, ama hangi limana… Bize hiç söylemez.


Veysel bunu çok önce söylemiş; Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum…



Yorumlar


bottom of page